26 Haziran 2010 Cumartesi

Ufka açılan bir 'Pencere' kapandı.

Adı Cumhuriyet ile ve de Cumhuriyet Gazetesiyle özdeşleşen İlhan Selçuk yaşama veda etti. 85 yıllık ömrünü ulu bir çınar gibi yazılarıyla süsleyen İlhan Selçuk'un önünde saygıyla eğliyoruz.
1925′te, Aydın’da doğan İlhan Selçuk, subay bir babanın çocuğu olarak ailesiyle karış karış Anadolu’yu gezdi. 1950′de İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni bitiren İlhan Selçuk, avukatlık, matbaacılık, dergi ve gazetelerde yazı işleri müdürlüğü gibi birçok iş yaptı. Avukatluk eğitimi almasına rağmen, İlhan Selçuk’un yazı tutkusu daha ağır bastı. İlk yazılarına 1952 yılında ağabeyi Turhan Selçuk’la birlikte çıkardığı “41,5″ adlı mizah dergisinde başladı. Ardından muhalif yaklaşımı ile ses getiren Dolmuş dergisi geldi.
Askerlikten sonra, Akşam Gazetesi’nde yazmaya başladı, ardından Vatan Gazetesi’ne geçti. 1963 yılında, tanınmaya başladığı dönemde, Nadir Nadi’nin teklifini kabul etti ve ismiyle özdeşleşecek Cumhuriyet Gazetesi’ne yazar oldu. Aynı dönemde Yön Dergisi’nde de yazıları yayınlanıyordu. Yön dergisinin kapatılmasının ardından İlhan Selçuk yazılarına Devrim Dergisi’nde devam etti. İlhan Selçuk yazılarında Cumhuriyet devriminin savunuculuğunu yapıyor, çok partili rejime karşı tereddütlü bir yaklaşım sergiliyordu.
12 Mart 1971′de askerlerin verdiği muhtıra sonrası İlhan Selçuk, asker-aydın ittifakından oluşan ve Türkiye’de rejimi değiştirmek amacıyla kurulan başka bir örgütlenme içinde olduğu gerekçesiyle gözaltına alındı.
İlhan Selçuk, sol hareketin simge isimleri İlhami Soysal ve Doğan Avcıoğlu’nun da tutulduğu dönemin sorgu merkezi Ziverbey Köşküne götürüldü.
Ziverbey Köşkü’nde işkence gören İlhan Selçuk, ifadesinde akrostiş yöntemiyle işkence altında olduğunu yazdı. Mahkemedeki savunmasında akrostiş yöntemini açıkladı, ifadesinin işkence altında alındığını kanıtladı ve beraat etti.
Selçuk daha sonra, Ziverbey Köşkü adında bir kitap yazarak, yaşadığı işkenceyi şöyle anlattı:
“Gözlerim bağlı olduğundan hiçbir şey görmüyordum. Ayak bileklerime bir alet geçirilmişti. Bir manivelanın ya da vidanın sıkıştırıldığını duyumsuyordum. Öyle bir an geldi ki, bacaklarımı kıpırdatamaz oldum. Bir yağ mı sıvı mı sürüyorlardı tabanlarıma sonra sopa inip kalkmaya başladı. Kendimi acıya katlanabilir sanırdım. Ancak falakanın verdiği acı hiçbir acıyla kıyaslanamaz. Taa kemiklerine işleyen bir acı duyuyor insan. Başlangıçta bağırmamak için kendimi tutuyor, dişlerimi sıkıyordum. Ama sonra kendimi bıraktım; çünkü ne kadar çabalarsan çabala sesine gem vuramıyorsun. Önce hırıltı başlıyor, ardından feryada dönüşüyor, Olayın bir de ruhsal yanı var ki, bedensel acının üstüne biniyor. Kendini aşağılanmış olarak görüyorsun.”
12 Eylül darbesini ise gözaltına alınmadan atlattı. Ancak yazıları yüzünden hakkında birçok dava açıldı. Davalar gazetecilik yaşamının bir parçası haline geldi.
Ergenekon soruşturmasında gözaltına alındı
İlhan Selçuk, 21 Mart 2008 günü saat sabah 04:30 sıralarında Ergenekon davası operasyonları kapsamında, gözaltına alındı. Selçuk’la birlikte gözaltına alınanlar arasında İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek, eski İstanbul Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Kemal Alemdaroğlu, Ulusal Kanal Genel Yayın Yönetmeni Ferit İlsever, Aydınlık Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Serhat Bolluk ve gazeteci Adnan Akfırat da bulunmaktaydı.
Kalp krizi geçirdi
İlhan Selçuk, 22 Mart’ı 23 Mart 2008′e bağlayan gece, yurtdışına çıkışına yasak konarak saat 01:30 sularında serbest bırakıldı. Usta yazar, serbest kaldıktan bir hafta sonra kalp krizi geçirdi.
Rahatsızlığı sebebiyle ameliyat olan Selçuk’un, ameliyattan sonra sağlık durumu tam olarak düzelmedi. 2009 yılının ağustos ayında tekrar hastaneye kaldırıldı. Kısmi felç teşhisi konulan Selçuk, yoğun bakım ünitesine alındı.
İlhan Selçuk’un hastanede tedavi gördüğü 11 Mart 2010 tarihinde ağabeyi Turhan Selçuk vefat etti. Sağlık durumu giderek kötüye giden İlhan Selçuk’tan ağabeyinin ölümü saklandı.
Ünlü yazar, 21 Haziran’da öğle saatlerinde yaşamını yitirdi

Yaşama tutunmak ve yaşamak!

Ardı ardına şehit haberleri geliyor. Yaşamının baharındaki evlatlarımız can veriyor. Herkes ağlıyor. Bu ülkeyi yönetenler ise bağırıyor. Yönetenlere muhalefet edenler de bağırıyor. Ağlayan herkes, bağıranların sesini duyuyor. Bağıranlardan birisi, ağlayanları göstermeyin, hainler seviniyor diyor. Kendi ülkesinde, kendi toprağında; mehmetçiğe güvenenler, çömelip terörü nasıl hallederiz diye ufka bakıyor!
Amerikanın istihbaratını bekliyor. Heronların görüşüne güveniyor. Amma dönüp içeride ağlayanlara bakmıyor. Yaşama tutunmaya çalışan bir ülke artık Türkiye. Aç, işsiz, gazi, şehit bir toplum var artık bu coğrafyada. Yüzyıllarca savaşmış Türk insanı, yine kan kusuyor. Vatan sağolsun diyebiliyor.
Düşünen beyinler, gören gözler için yaşama tutunmak ve yaşamak zor ülkemizde. Uzun uzun bunları yazmayacam şimdi. Çanakkale'deyiz. Dünya harikası bir toprak parcası üzerinde yaşıyoruz. Birbirimiz tanıyoruz. Birbirimizi seviyoruz. Kin, öfke yok bu coğrafyada. Ama Türkiye'ye bakarak üzülüyoruz bizde. Ülkemiz insanın yaşadığı acılar büyüyor..
Öte yandan Türkiye'nin aydınları gidiyor bir bir.. İşte bir Pencere daha kapandı. Yerine gelir mi bir İlhan Selcuk daha diye düşünüyoruz. Nerede yetişir ilhan Selçuklla? Nerede çoğalır? Nasıl çoğalır? Bunları düşünüyoruz; üzülüyoruz. Sancılı bir dönüşüm yaşayan ülkemizde giderek azalıyoruz. 

17 Haziran 2010 Perşembe

Bakın aklıma kimler geldi?

Dr. Hikmet Aydın adlı bir kişiyi Çanakkale siyasetinde kimse tanımazdı. Sonra 1994 seçimlerinde DSP milletvili birinci sıraya bu zat-ı muhterem kondu. Rahşan Hanım'mı koydu, Bülent Bey'mi bilmiyorum. Bir iki rivayet vardır ama çok önemli değil. Önemli olan onun buradan vekil olarak Ankara'ya gelmesi oldu. Ha o arada Ankara'da eşyalarını toplayan vekillerimizde vardı. Birgün onlardan biriyle konuşurken şöyle dedi: Ya tam alışmıştım bu işe. İşe yaramaya da başladım dı sanki. Ama çabuk bitti. İsmini vermeyeyim, yaşlı başlı alınır şimdi. Neyse onlar gitti, Hikmet Aydın'lar geldi. Ersümer, Şahin ve Üçpınarlar. Hatırlarsanız, çok renkli bir dönemdi. Neler oldu neler! Hamdi ağam nakavt oldu! Hikmet bey parti değiştire değiştire bir hal oldu vs vs..
İşte o günlerde Ankara'da Çanakkaleliler Derneğini kurduk. 1980'de kapanan derneği yeniden canlandırıyoruz. İlk kez gece yapacaz. Ben de derneğe Abide isminde güzel bir dergi hazırlıyorum. Bu arada vekillerimize telefon ettim. Sizlere birer sayfa ayırdık, istediğiniz gibi bir yazı döşenebilirsiniz diye. Tabi kabak gene benim başıma patladı. Sen yazıver güzel bi yazı..
Evet öteki vekiller tecrübeli sen yaz, koy bir yazı iş bitti. Ancak, DSP'li vekilimiz Hikmet Bey akedemisyen o kendi yazacak. Tamam sorun yok. Sonra bizim dernekten iki kişi zat-ı muhtereme gidipte 30 tane bilet de size ayırdık deyince bizim akademisyen vekil yazı yazmaktan ta vazgeçti. Geceye de gelmedi. Ben sonra dedim arkadaşlara, siz ona niye 30 bilet veriyorsunuz. Adamın o kadar tanıdığı mı var ki. Kime dağıtacak? Liste başı olmuş gelmiş. Bizimkiler de sonra hak verdi bana ama, Hikmet beyi kaybettik!

Bunu neden anlatıyorum biliyor musunuz; Mustafa Kemal Cengiz'in Ankara'da yılın vekili seçilmesini gördükçe o günler geliyor aklıma. 30 bilet alacağım diye yazı dahi yazmayan ve Çanakkaleliler gecesine de katılmayan vekillerden sonra, iki de bir kendini yılın milletvekili seçtiren, yani aday olan vekiller!

Şimdi önümüzde yine seçimler var. Muhtemel adaylar az çok belli. Bakalım daha neler neler göreceğiz, neler neler yaşayacağız!  



Dur yolcu, 140 lira bayılmadan geçemezsin!

Dünyada da vardır merak bile etmiyorum, araştırmaya da canım istemiyor. Şehitliklerini parayla insanlarına gösteren ülkeler.. Yarımadada yaşanan rezillikleri yıllardır yazıyoruz. Orada bir avuç insan için oluşan rant, kepazelikleri tetikleye tetikleye en sonunda yasal kılıfa girmeyi de başardı. Yok alan klavuzluğu, yok bilem ne derneği, yok bilmem ne efendi, yok bilmem ne bey! Şimdi 12 kişinin üzerinde bir insan topluluğuysanız, 140 lirayı bayılacaksınız, ondan sonra gezdirecekler sizi. Niye 140 lira bu mihmandarlık ücreti. Niye 20 lira değil. He o zaman kimse yapmaz bu işi değil mi? Yapmasın kardeşim. Çin'den adam getirelim onlar yapsın. Çanakkale kutsal, Çanakkale yüce, Çanakkale bir milletin uyanış destanı. Çanakkale halkların kardeşliğinin mayası. He kaç para 140 lira! Neden? E deden burda şehit oldu yatıyor.. Onun toprak kirası bu! Değil mi? Bedava mı yatacak şehit bu toprakta! Yazıklar olsun. 

10 Haziran 2010 Perşembe

Üç maymunu oynayan Çanakkalem!

Bilmeyenler için üç maymunun ne olduğunu açıklayalım. Japonya'da bir tapınakta bulunan bir heykelin (biri gözünü, diğeri kulağını öbürü ağzını kapatan 3 maymun) yarattığı felsefedir. Aslında kötüyü dinleme, harama/kötüye bakma, pişman olacağın/kötü sözler söyleme gibi bir anlam yüklenebileceği gibi, genellikle duyduğunu/gördüğünü ve söylediğini inkar etmek anlamında kullanılır.
Nasıl oynanır onu da söyleyelim:
- evet arkadaşlar. bu hafta üç maymunu sahneleyeceğiz.
+ o nedir ki? ben hiç görmedim öle bir oyun.
* bende hiç duymadım.
/ ben bilmiyorum bile.
- ulen iyi oyunculuk dedikleri bu olsa gerek
.
Peki neye yarar?
Tüm zamanlarda, tüm ilişkilerde gerekendir. Uygulaması zor olandır. En güzeli, en doğrusu, en mantıklısı, görmemek, duymamak, bilmemektir. Az konuşursan az hata yaparsın meselesiyle eş değerdedir.

Peki Çanakkale'de bu oyun ne kadar ve ne sıklıkta oynanır dersek. Hemen hemen her sektörde, her kurumda muhtelif günlerde sahnelenir. Bu işi en iyi farkeden de biz gazetecilerizdir. Zaten biz bu işin içinde olmazsak oyun bozulur. Dikkat ederseniz, bizim memlekette hiçbir gazete birbibriyle uğraşmaz. Kimse kimseye en ufak eleştiri bile getirmez. Çünkü herkesin içinde angaje olduğu bir oyun vardır. Bir yerlere bağlıdır. O yerlerde oynanan oyunları, Çanakkale'ye yutturmakla meşgüldür.

Bu yüzden sahneye alakasız insanları da sürerler. Mesala inşaat sektörüyle hiç işi olmayan Mert Mildon çıkar, Çanakkale Ticaret ve Sanayi Odası Yönetim Kurulu adına, AKÇANSA çimentoyla ilğili açıklama yapar. Derki, 'Biz keriz miyiz' arkadaş. Memleketin toprağı ile ürettiğiniz çimentoyu, Çanakkale'ye neden pahalı satıyor sunuz? Ama, o yönetim kurulunda inşaat işi yapanlardan ses çıkmaz!..

Yine Yapı denetim firmalarının pislikleri ayyuka çıkar. Çıkar ilişkisiyle hareket eden müteahitleri herkes bilir. Ama bu işi seslendirmek de cami imamına kalır. Derki, ey müminler işlerinizi doğru dürüst yapın!.. Biz haber yaparız, İnşaat Mühendisleri Odası faksından firmalara teklifler sunuluyor. Biz işinizi şu kadar kırıma yaparız diye. Bu rezalete kim ne diyecek deriz. Bir allahın kulu çıkıp bişey söylemez. Ha yolda görünce 'iyi yaptın lan ...' der geçer.

Belediye bürokrasisine herkes söver sayar. Ülgür Gökhan'ı görünce kimseden çıt çıkmaz. Valinin yardımcısı her yaptığımız habere dava açar. Bizi çalışamaz hale getirmek için dilekçe döşenir, kendi işini bırakıp avukatlığa soyunur. Yine kimseden bi ses çıkmaz. Biz televizyon döneminde yalan söyleyenleri deşifre ederiz. Bu işten karlı çıkanlar bir kez bile senin o davan ne oldu diye sorma gereğini bile duymaz..

İki tane sapkın öğretmen bi bok yer. Rektöre takan gazete çıkar 'ÇOMÜ'de rezalet' diye bağırmaya başlar. 25 bin öğrenci, öğretmen rezalet içinde yaşıyormuş sanırsınız.

Kılıçdaroğlu gelir. Herkesin yüreği güp güp atar. Eski kurtlar havayı puslandırmak için uğraşır.

Bakın işin özüne gelelim. Bu gidişat iyi gidişat değil. Bu hem bireysel hem de kurumsal olarak da bu memlekete zarar verir. Şimdi bir avuç insanız. Ama yarın bir gün, kendi oynadığımız tiyatronun içinde boğulup kalırız. Buğün memleketi üç maymunla idare ettiğini sananlar, yarın bir köşede kendilerine oynanan üç maymunları izler. Eli kolu bağlı bir zaziyette hem de.
Sevgi ve saygılarımla...

1 Haziran 2010 Salı

Köyler ve hayırları; muhtarların havaları, siyasilerin cakaları!

Şimdi bu iyice gavur oldu diyen çok olacak biliyorum. Ama olsun; körün gözüne parmağımı sokmak benim işim! Bir iki aydır köy hayırı geziyorum. Hiçbirinde hayır kalmayan köylerimiz, adeta yarışırcasına hayır yapıyor. Binbir emek, çile.. Muhtar efendiler, ordan un dileniyor, burdan pirinç. Azalardan birisi yoğurdu buluyor, biri helvayı. Ne de olsa aza, bulacak tabi! Adamı boş yere aza yapmıyorlar.
Köylü beklemede; bakalım bizim muhtar hayrı yapabilecek mi?
Ulan yoksa bize de salma falan salmasın, hayatta beş kuruş vermem lafları köyde herkesin ağzında.
Muhtar olmuş onu da becersin bakalım..
Neyi becerecek; hayrı, köy hayrı.
Yıkılmaya yüz tutmuş hanelerinde sefalet içinde yaşayan köylü insanların, köy hayırları..
İçinden kültür fışıkırıyor; birinde tavuklu pilav. Birinde tavuklu bulgur. Birinde hoşaf, birinde ayran. Bacalardaki erikler ziyan olmasın anadın mı!
Haremlik selamlık hayırlar.
Okunan dualar..
Dedesinin adını dahi bilmeyen torunlar pilav kaşıklıyor. Köyün tarihini kim ne yapsın. Oku fatihayı gitsin. Gelmişlere geçmişlere.
Köy hayırlarını geziyorum. Pirinç pilavını keseli baya olduğu için midemde de sorun yatarmıyor. Hayırlara hayır duası okuyup dönüyorum.
Son model arabalarıyla köy hayırlarına gelen siyasileri görünce içim açılıyor. Memleketin durumu iyi beya Kadir diyorlar köylüler.
Bak bizim köyü unutmamışlar, AK Partililer de geldi, CHP'liler de MHP'liler de..
Maşallah tam kadro. Nasıl olsa konuşma monuşma yok. Dert yok tasa yok. Oku fatihayı bak işine. Yarın birgün oy istemeye gidecen yüzün olsun. Bak bu bizim köyün hayırına geldiydi, kırmayalım şunlara oy verelim demiyecekler mi bu insanlar. Derler derler.
Bu arada köy hayırlarına giderken, tuvalet ihtiyaçınızı da önceden güzelce giderin. Bu da işin püf noktası. Köy tuvaletleri pek sizin alışık olduğunuz tarzda değil. İşte koku moku, sinek minek falan filan.
Tuvaletler pis diye gitmemezlik etmeyin ama. Ben size tüyo vereyim diye söylüyorum. Elbet birgün tuvaletlere de sıra gelecek hayırlısıyla inşallah.
Ferdi Tayfur bilmez, bilmediği için de 'beni köyümün yağmurlarında yıkasınlar yıkasınlar' diye şarkı söyler. Ama biz yıllardır yağmur yağması için de hayır yapardık. O yağmur duası bile şimdiki hayırlardan daha hayırlı olurdu. Hiç olmasa hava bir bulutlansa, dua tuttu derdik. Gerisi rüzgarla bulutlara kalırdı. O zaman metoroloji mühendisliği bu kadar ilerlememişti, duayla halloluyordu bu işler.
Bu köy hayırlarının sonu nolur onu bilemiyorum.
Ya da biliyorum ama söylemeyecem.
Herkes hayrının hayrını görsün.
Ha bu arada söylemeyi unuttum, ortalama bir köy hayırı en az 10 bin lirayı buluyor. Eğer sizde özenip bi hayır falan yapayım derseniz aklanızda bulunsun. Laf ağızdan çıkanca dönmesi zor olur bilesiniz.