17 Eylül 2010 Cuma

İÇDAŞ'ın atıkları yok satıyor; ama kendi kullanamıyor

İbretle okuyacağınız, çelişkilerle dolu bir sanayicilik öyküsünde kazanlar ve kaybedenleri tahmin bile edemezsiniz!

İÇDAŞ'ın atıkları yok satıyor; ama kendi kullanamıyor

Uzun zamandan beri yazmayı düşündüğüm bir konuydu bu. Referandum meferandum derken erteledim durdum. Ama işte yine herkes kendi derdiyle baş başa kaldı. İşsizlik bir veba gibi karşımızda duruyor. Ama memlekete iş, aş için hizmet etmek isteyenlerin önlerine de büyük engeller konuluyor. İşte bu yazı çok yakın bir zaman diliminde yaşananlar.

İÇDAŞ limanından geçerken siyah renkli bir yığın ilişmişti gözüme. Bu nedir diye sorduğumda ; ”Tufal” demişlerdi.Tufal Kor haldeki çelik kütükler suyla soğutularak haddelenirken çelik kütük üzerinden  düşen demiroksit  tanecikleriymiş. Dahası dünyada aranan ve özellikle çimento sektöründe deyim yerindeyse kapışılan bir çimento hammaddesiymiş. Peki bu nereye gidiyor dedim ve araştırdım. Öğrendiklerim daha da ilginç.İÇDAŞ’ın atığı Tufal’in liman teslim ihraç fiyatı 68 USD/ton. Oysa çimento bile bu kadar para etmiyor dünyada. Çimento’nun öğütülmemiş ham hali Klinker 38-42 USD/ton. Dökme portland çimentonun liman teslim ihraç fiyatı ise 48-54 USD ton.
Şimdi daha ilginç bir tablo çıkmakta karşımıza. Çevrecilik adına çimento yaptırılmayan atığı dünya çimento sektörü tonu 68 dolardan kapışırken, ülkemizde mevcut çimento fabrikaları yurt dışına ortalama 50 dolardan çimento ihraç etmekte. Ülke içinde çimentonun ton satış fiyatı  ise 70 dolar. Çanakkale bölgesinde ise çimentonun tonu 80-85 dolarlardan satılmakta. Yani Türkiye’de en pahalı çimento Çanakkale’de. Biz yerli malı tüketiciler Çanakkale’de çimentoyu tonda 30-35 dolar daha pahalıya satın alıyoruz..Bu hesapla konutlarımız  bize nerdeyse %50 daha pahalıya mal olmakta.
Bir ara gümrük duvarlarıyla korunan bir otomobil sektörümüz vardı.
Şimdi ise görünmeyen duvarlarla bir çimento meselesi.
Duvarın altında ise %50 daha pahalıya konut almak durumunda kalan az gelirli ülkem insanı kalıyor.
Araştırdıkça çok daha ucuza çimento üretme potansiyeli olan İÇDAŞ yatırımlarının neden engellenmek istendiği daha anlaşılır olmakta.
Masum sözcükler ardında hepimizin cebinden çıkan çok büyük paralar söz konusu.
Çanakkale genelinde yılda en az 2000 konut yapıldığını düşünürsek ve ortalama fiyatı 100,000 TL desek, hesap ortada!
Durun daha bitmedi!
Sadece  Tufal değil, Demir çelik ve Santralden çıkan cüruf ile kül de aynı şekilde çimento hammaddesiymiş.Hurda demirleri işleyerek tekrar ekonomiye kazandıran bu dev tesislerin atıkları da yine işlenerek çimento olarak ülke ekonomisine kazandırılabilecek değerler. Çöpe atılan ekmeklerimiz ülke ekonomisinden trilyonlar götürüyor. İÇDAŞ ise atılan demir hurdalarını bile ekonomiye kazandırıyor. Bir adım daha ileri giderek demir-çelik ve santral atıklarını da ekonomiye kazandırmak istiyor.
Düşünüyorum da; gerek istihdam, gerek ekonomik fayda, gerekse çevresel anlamda sayısız yarar sağlayan bu düşünce saygıyı hak etmiyor mu?
İÇDAŞ bu anlamda tam bir çevresel dönüşüm fonksiyonu görmekte. Bunun için gereken bütün altyapı ve tesis yatırımlarını da öz kaynaklarıyla yapmakta. Yaptıklarını ise kriz mriz dinlemeden başarıyla çalıştırmakta.Bu emek,bu alın teri saygıyı hak ediyor kanımca.
Göz görüneni görürmüş, akıl ise görünmeyeni…

8 Eylül 2010 Çarşamba

İnanarak ve tüm samimiyetimle HAYIR diyorum

Bu önemli günde Biga'da emekli hayatı yaşayan sevgili meslektaşım Levent Gürses'in yazısını sizlerle paylaşmak istedim.
Levent Gürses yazdı: neden hayır!
Yemezler!
Anayasa taslağını incelemeye bile gerek yok. Verilecek oy bellidir.
Maksat halkın anayasası, sivil anayasa, demokrasiyi genişletmek falan değildir.
Halkoylaması iktidara onay mekanizmasına dönüşmüştür. İktidar anayasayı değil, icraatlarını ve bizi bekleyen baskı rejimini onaylatma peşindedir.
Korku imparatorluğunu daha da büyütmek için kandırılan halk sandık başına çağrılmaktadır.
Çünkü anayasa halkın tüm kesimlerinin katılımı ve mutabakatı ile hazırlanan bir toplumsal sözleşmedir. Dinci siyaset baronlarının ve 8 yılda dolar milyarderi olan onların destekçisi muhafazakar burjuvazinin anayasası halkın anayasası değildir.
Bu, tam kontrol altına alamadıkları kurumları emri altına almak amacıyla hazırlanmış bir metindir.
Üniversite reformundan, bir 12 Eylül ürünü olan YÖK’ün kaldırılmasından söz etmeyenlerin anayasasıdır. Çünkü o kurumu tamamıyla ele geçirmişlerdir.
Bu, ağırlıklı olarak dinin yönlendirici olacağı tek parti diktatörlüğüne gidiş için yapılan halk oylamasıdır.
Bu, YAŞ kararları öncesinde referandum kampanyasının başladığı gün 102 subaya yakalama emri çıkaran sözde darbelere karşı ancak, darbelerle beslenen bir zihniyeti oylamak için yapılan referandumdur.
12 Eylül darbesi döneminde yükselişe geçen ve o darbeye çok şey borçlu olan bir zihniyetin oylanmasıdır.
12 Eylül döneminde masum insanlar asılırken, işkence görürken sesini çıkarmayanların, şimdi meydanlarda “darbelere hayır” babalanmalarının inandırıcı olmadığı bir halk oylamasıdır.
12 Eylül Anayasası’na gözünü kırpmadan “evet” diyenlerin şimdi acayip demokrat, darbe karşıtı, işkence protestocusu, hak ve hukuktan yana olduğu anayasa referandumudur.
“Madde 24 darbecilerin yargılanmasının yolunu açıyor” deyip de, askere silahla müdahale hakkını veren TSK İç Hizmetler Kanunu’nun 85. maddesine dokunmayanların ve dokunmayacakların anayasasıdır.
Sonuna kadar faşist bir darbe olan 12 Eylül ile uğraşmayıp, “sen aklından darbe geçirdin” diye Mustafa Balbay’ı suçunu bilmeden 536 gündür içerde tutanların anayasasıdır.
“Darbe, darbe” diye halkı kandırıp, “sivil darbe” yapanların anayasasıdır.
Havuzlu villalarda oturanların, “benim boyum bir seksenbeş” diye böbürlenenlerin anayasasıdır.
Medyayı yandaşlarına armağan edenlerin, gazeteleri, yazarları susturanların, telefonları dinleyenlerin anayasasıdır.
Halkın en temel ihtiyacı olan; parasız eğitim, sağlık, barınma, ulaşım, su, temiz bir çevrede yaşama, güvenceli çalışma hakkını anayasal güvence altına almayanların küçücük bir adım bile atmayanların anayasasıdır.
Tekel işçilerine atıp tutanların, Güler Zere’ye sesini çıkarmayanların, Engin Ceber’i görmezden gelenlerin, Hırant
Dink davasını türlü yollara saptıran hatta Nazi benzetmeleri yapanların anayasasıdır.
Sendikalaşma hakkından söz etmeyenlerin, grevi ağzına almayanların anayasasıdır.
İşten çıkarılmaları zorlaştırmayanların “evet” istediği anayasadır.
İki çocuğunu okutmak için yaz sıcağında hamallık yapan ve onca yükün altında, kalp krizinden ölen öğretmen Ahmet Fazlı Elçi’yi görmezden gelenlerin anayasasıdır.
Vergi adaletsizliğine dokunmayanların, yoksul kesimlerin sırtına KDV, ÖTV gibi vergileri yükleyenlerin, ücretliden alınan vergilerle bütçeyi kurtaranların, kurumlar ve gelir vergisi oranlarını düşürenlerin anayasasıdır.
Kamunun elindeki bütün ekonomik işletmeleri özelleştirme adı altında peşkeş çekenlerin, özelleştirme sonrasındaki işten çıkarmalara göz yumanların anayasasıdır.
Bu benim anayasam değildir.
Metni de incelemedim, gerek de yok. Hazırlayanların hepsini gayet iyi tanıyorum.
Tek üzüntüm; şekerin içine saklanmış pisliği yemeye hazırlanan; medyanın ve yalaka liberallerin kandırdığı, nasıl bir geleceğe doğru ilerlediğimizi görmeyen sıradan insanlardır..