17 Eylül 2010 Cuma

İÇDAŞ'ın atıkları yok satıyor; ama kendi kullanamıyor

İbretle okuyacağınız, çelişkilerle dolu bir sanayicilik öyküsünde kazanlar ve kaybedenleri tahmin bile edemezsiniz!

İÇDAŞ'ın atıkları yok satıyor; ama kendi kullanamıyor

Uzun zamandan beri yazmayı düşündüğüm bir konuydu bu. Referandum meferandum derken erteledim durdum. Ama işte yine herkes kendi derdiyle baş başa kaldı. İşsizlik bir veba gibi karşımızda duruyor. Ama memlekete iş, aş için hizmet etmek isteyenlerin önlerine de büyük engeller konuluyor. İşte bu yazı çok yakın bir zaman diliminde yaşananlar.

İÇDAŞ limanından geçerken siyah renkli bir yığın ilişmişti gözüme. Bu nedir diye sorduğumda ; ”Tufal” demişlerdi.Tufal Kor haldeki çelik kütükler suyla soğutularak haddelenirken çelik kütük üzerinden  düşen demiroksit  tanecikleriymiş. Dahası dünyada aranan ve özellikle çimento sektöründe deyim yerindeyse kapışılan bir çimento hammaddesiymiş. Peki bu nereye gidiyor dedim ve araştırdım. Öğrendiklerim daha da ilginç.İÇDAŞ’ın atığı Tufal’in liman teslim ihraç fiyatı 68 USD/ton. Oysa çimento bile bu kadar para etmiyor dünyada. Çimento’nun öğütülmemiş ham hali Klinker 38-42 USD/ton. Dökme portland çimentonun liman teslim ihraç fiyatı ise 48-54 USD ton.
Şimdi daha ilginç bir tablo çıkmakta karşımıza. Çevrecilik adına çimento yaptırılmayan atığı dünya çimento sektörü tonu 68 dolardan kapışırken, ülkemizde mevcut çimento fabrikaları yurt dışına ortalama 50 dolardan çimento ihraç etmekte. Ülke içinde çimentonun ton satış fiyatı  ise 70 dolar. Çanakkale bölgesinde ise çimentonun tonu 80-85 dolarlardan satılmakta. Yani Türkiye’de en pahalı çimento Çanakkale’de. Biz yerli malı tüketiciler Çanakkale’de çimentoyu tonda 30-35 dolar daha pahalıya satın alıyoruz..Bu hesapla konutlarımız  bize nerdeyse %50 daha pahalıya mal olmakta.
Bir ara gümrük duvarlarıyla korunan bir otomobil sektörümüz vardı.
Şimdi ise görünmeyen duvarlarla bir çimento meselesi.
Duvarın altında ise %50 daha pahalıya konut almak durumunda kalan az gelirli ülkem insanı kalıyor.
Araştırdıkça çok daha ucuza çimento üretme potansiyeli olan İÇDAŞ yatırımlarının neden engellenmek istendiği daha anlaşılır olmakta.
Masum sözcükler ardında hepimizin cebinden çıkan çok büyük paralar söz konusu.
Çanakkale genelinde yılda en az 2000 konut yapıldığını düşünürsek ve ortalama fiyatı 100,000 TL desek, hesap ortada!
Durun daha bitmedi!
Sadece  Tufal değil, Demir çelik ve Santralden çıkan cüruf ile kül de aynı şekilde çimento hammaddesiymiş.Hurda demirleri işleyerek tekrar ekonomiye kazandıran bu dev tesislerin atıkları da yine işlenerek çimento olarak ülke ekonomisine kazandırılabilecek değerler. Çöpe atılan ekmeklerimiz ülke ekonomisinden trilyonlar götürüyor. İÇDAŞ ise atılan demir hurdalarını bile ekonomiye kazandırıyor. Bir adım daha ileri giderek demir-çelik ve santral atıklarını da ekonomiye kazandırmak istiyor.
Düşünüyorum da; gerek istihdam, gerek ekonomik fayda, gerekse çevresel anlamda sayısız yarar sağlayan bu düşünce saygıyı hak etmiyor mu?
İÇDAŞ bu anlamda tam bir çevresel dönüşüm fonksiyonu görmekte. Bunun için gereken bütün altyapı ve tesis yatırımlarını da öz kaynaklarıyla yapmakta. Yaptıklarını ise kriz mriz dinlemeden başarıyla çalıştırmakta.Bu emek,bu alın teri saygıyı hak ediyor kanımca.
Göz görüneni görürmüş, akıl ise görünmeyeni…

8 Eylül 2010 Çarşamba

İnanarak ve tüm samimiyetimle HAYIR diyorum

Bu önemli günde Biga'da emekli hayatı yaşayan sevgili meslektaşım Levent Gürses'in yazısını sizlerle paylaşmak istedim.
Levent Gürses yazdı: neden hayır!
Yemezler!
Anayasa taslağını incelemeye bile gerek yok. Verilecek oy bellidir.
Maksat halkın anayasası, sivil anayasa, demokrasiyi genişletmek falan değildir.
Halkoylaması iktidara onay mekanizmasına dönüşmüştür. İktidar anayasayı değil, icraatlarını ve bizi bekleyen baskı rejimini onaylatma peşindedir.
Korku imparatorluğunu daha da büyütmek için kandırılan halk sandık başına çağrılmaktadır.
Çünkü anayasa halkın tüm kesimlerinin katılımı ve mutabakatı ile hazırlanan bir toplumsal sözleşmedir. Dinci siyaset baronlarının ve 8 yılda dolar milyarderi olan onların destekçisi muhafazakar burjuvazinin anayasası halkın anayasası değildir.
Bu, tam kontrol altına alamadıkları kurumları emri altına almak amacıyla hazırlanmış bir metindir.
Üniversite reformundan, bir 12 Eylül ürünü olan YÖK’ün kaldırılmasından söz etmeyenlerin anayasasıdır. Çünkü o kurumu tamamıyla ele geçirmişlerdir.
Bu, ağırlıklı olarak dinin yönlendirici olacağı tek parti diktatörlüğüne gidiş için yapılan halk oylamasıdır.
Bu, YAŞ kararları öncesinde referandum kampanyasının başladığı gün 102 subaya yakalama emri çıkaran sözde darbelere karşı ancak, darbelerle beslenen bir zihniyeti oylamak için yapılan referandumdur.
12 Eylül darbesi döneminde yükselişe geçen ve o darbeye çok şey borçlu olan bir zihniyetin oylanmasıdır.
12 Eylül döneminde masum insanlar asılırken, işkence görürken sesini çıkarmayanların, şimdi meydanlarda “darbelere hayır” babalanmalarının inandırıcı olmadığı bir halk oylamasıdır.
12 Eylül Anayasası’na gözünü kırpmadan “evet” diyenlerin şimdi acayip demokrat, darbe karşıtı, işkence protestocusu, hak ve hukuktan yana olduğu anayasa referandumudur.
“Madde 24 darbecilerin yargılanmasının yolunu açıyor” deyip de, askere silahla müdahale hakkını veren TSK İç Hizmetler Kanunu’nun 85. maddesine dokunmayanların ve dokunmayacakların anayasasıdır.
Sonuna kadar faşist bir darbe olan 12 Eylül ile uğraşmayıp, “sen aklından darbe geçirdin” diye Mustafa Balbay’ı suçunu bilmeden 536 gündür içerde tutanların anayasasıdır.
“Darbe, darbe” diye halkı kandırıp, “sivil darbe” yapanların anayasasıdır.
Havuzlu villalarda oturanların, “benim boyum bir seksenbeş” diye böbürlenenlerin anayasasıdır.
Medyayı yandaşlarına armağan edenlerin, gazeteleri, yazarları susturanların, telefonları dinleyenlerin anayasasıdır.
Halkın en temel ihtiyacı olan; parasız eğitim, sağlık, barınma, ulaşım, su, temiz bir çevrede yaşama, güvenceli çalışma hakkını anayasal güvence altına almayanların küçücük bir adım bile atmayanların anayasasıdır.
Tekel işçilerine atıp tutanların, Güler Zere’ye sesini çıkarmayanların, Engin Ceber’i görmezden gelenlerin, Hırant
Dink davasını türlü yollara saptıran hatta Nazi benzetmeleri yapanların anayasasıdır.
Sendikalaşma hakkından söz etmeyenlerin, grevi ağzına almayanların anayasasıdır.
İşten çıkarılmaları zorlaştırmayanların “evet” istediği anayasadır.
İki çocuğunu okutmak için yaz sıcağında hamallık yapan ve onca yükün altında, kalp krizinden ölen öğretmen Ahmet Fazlı Elçi’yi görmezden gelenlerin anayasasıdır.
Vergi adaletsizliğine dokunmayanların, yoksul kesimlerin sırtına KDV, ÖTV gibi vergileri yükleyenlerin, ücretliden alınan vergilerle bütçeyi kurtaranların, kurumlar ve gelir vergisi oranlarını düşürenlerin anayasasıdır.
Kamunun elindeki bütün ekonomik işletmeleri özelleştirme adı altında peşkeş çekenlerin, özelleştirme sonrasındaki işten çıkarmalara göz yumanların anayasasıdır.
Bu benim anayasam değildir.
Metni de incelemedim, gerek de yok. Hazırlayanların hepsini gayet iyi tanıyorum.
Tek üzüntüm; şekerin içine saklanmış pisliği yemeye hazırlanan; medyanın ve yalaka liberallerin kandırdığı, nasıl bir geleceğe doğru ilerlediğimizi görmeyen sıradan insanlardır..

27 Ağustos 2010 Cuma

AKP ile birlikte Çanakkale'de ne değişti?

Düşünelim biraz bakalım. AKP iktidara geleli sekiz yıl oluyor. Bu dönemde Çanakkale'de neler değişti; neler oldu?

Tepeden başlarsak en başta üç vali değişti; Süleyman Kamçı yaklaşık altı yıl görev yaptığı Çanakkale'den, rütbe alarak Antep'e gitti. Ondan sonra gelen Orhan Kırlı iki yılı aşkın görev yaptıktan sonra merkeze alındı. Şimdiki Vali Abdülkadir Atalık halen görev yapıyor.

Çanakkale Ticaret ve Sanayi Odası değişti. Niyazi Önen önderliğindeki 27 yıllık ekip toz duman oldu. Yerlerine Kale gurubunun önderliğinde karma bir yapı geldi.

Kepez Limanı ihale edildi ve çalışmaya başladı.

Havaalanı aktif hale geldi.

Üretiminin tamamını Biga'ya kaydıran İÇDAŞ bölgenin en büyük sanayi kuruluşu olduğu gibi; Türkiye'de de ilk ona girmeyi başardı. Çalışan sayısı beş bine dayandı..

Çanakkale'deki iki devlet yatırımı; Sümerbank Suni Deri fabrikası özelleştirildi.. Adamlar paranın yarısını hurdalarından çıkardı. Binalar çürümeye terk edildi. Kanyak Fabrikası özelleştirildi. Üç kuruşa alan akıllı adamlar, 30 kuruşa sattı! Buralarda çalışan işçilerin çoğunluğu emekli oldu.

Kepez Beldesinde AKP rüzgarı esti. SGK, Tıp Fakültesi, TOKİ vb.. devlet kurumları burayı mesken tuttu.

Devlet Hastanesinde Başhekimlik sorunu kalmadı; hastane sanki yeniden inşa edildi.

Çanakkale küçüktür, şirindir bizimdir mantığıyla yollar öylece kaldı.

Gelibolu Yarımadası ve şehitlikler yeniden keşfedildi. Her yıl binlerce insan buralara taşındı. Sonunda paralı girişli oldu.

Güzelyalı eski havasını kaybetti. Köye döndü..

Kepez Limanında ortaya çıkan ve Çanakkale Belediyesine de buluşan atık skandalı ucuz atlatıldı..

AKP'de faaliyet gösteren hpiçbir yerel yönetici parmakla gösterilecek bir etkinliğe ya da popülerliğe erişemedi..
Milletvekili İbrahim Köşdere tarih olurken; Mehmet Daniş yoluna devam etti..

CHP'de süren med cezirler partiye büyük zarar verdi. Bu arada kıdemli milletvekili Ahmet Küçük yoluna devam etti..

MHP'de Rıdvan Uz dönemi başladı; halen sürmekte..

ANAP ve DYP tarihe karıştı; Ersümer'den başka hiç kimse kalmadı...

Çanakkale'nin ilçelerinde tarih yazan Ali Sarıbaş, Şükrü Kemerli tarih oldu..

Karizmasıyla ve işbilirliğiyle gelecek vaadeden İsmail Özay ıskartaya ayrıldı..

Bir dönemin üçlü saçayaklarından birisi olan Niyazi Önen, istikrar için hükümet yanlısı tavrına devam etti..

Bir Şinasi Haznedar Kültür ve Turizm Müdürü oldu; Çanakkale'ye şenlik geldi..

Tahir Demir adında bir vali yardımcısı Terzioğlu Vakfı'na üye oldu; vakıf ne olduğunu şaşırdı!

Kanal 17 markasıyla yarattığımız televizyon kanalı tarihe karıştı; ancak burada yaptığımız proğramlardan gelen davalar benim belimi büktü. 17 bin liralık tazminat davası ve artı 7 dava ile beni de Çanakkale'de ulaşılması zor bir rekora taşıdı..

Turhan Narler ve Yaşar Türe rahmetli oldu; galiba sıra bize geldi...

İyi haftalar Çanakkalem...

19 Ağustos 2010 Perşembe

Bu CHP örgütüyle hiçbirşey olmaz..

Pazartesi günü 'AKP anayasasına hayır' toplantısı için Türkan Saylan Sosyal Tesislerindeydik.. Ankara'dan dört milletvekili gelmiş, millete neden hayır diyeceklerini anlatacaklar..Baktım baktım, sanki huzurevi toplantısındayız! Genç insan diye birşey yok.. Sen ben bizim oğlan. Hep aynı yüzler, aynı isimler.. Bu partide herşey o kadar kalıplaşmış ki; sol tarafa belediye başkanları, sağ tarafa ilçe başkanları.. Bak allah bak; birbirlerine bakıp duruyorlar. Oturma sarıları bile aynı neredeyse.
Çanakkale'ye gelen milletvekilleri bizden sorumlu olduğu için; sanki yoklama falan yaparlar diye büyük başların hepsi gelmişti. Salona baktıkça içim karardı. Milletvekili seçeceğiz. Kim olacak. Yüzler hep aynı. Hepsini aşağı yukarı tanıyorum. Keza ilçe başkanları desen onlar da aynı. Yeniceli Musafa Ege'ye daha kendimi tanıtamadım! Adam da müthiş bir hafıza var ki sormayın! Yenice'nin oyları ondan hep yükseliyor. Kaç yıldan bu yana ilçe başkanı kendisi de hatırlamaz sanırım!
Ankara'dan ilk geldiğimde izleninim şu olmuştu: Ya bu CHP kordon boyu partisi gibi demiştim. Biraz da emekliler falan işi idare ediyorlar diye yazmıştım. İnanın 11 yıl oldu o günleri bile aratır hale geldi bu parti. Gençlik diye bişey yok. Var olan üç beş gençte iş güç sahibi oldu gitti. Yerlerine yenileri de gelmiyor. Gel de Neşat Önder'i arama..
Partiye bakıyorum içler acısı. Bir yanda sözde bilmem ne gurup.. Kahvehane gibi toplaşıp, Serdar'ın, Ahmet'in dedikodusunu yapıyorlar. Bir tarafta sen ben bizim oğlan partiyi ele geçirdik trampet çalıyor!.. Ülgür Başkan Muharrem Erkek, İsmet Güneşhan ve Remzi Yiğit üçlüsü..
Kemal Kılıçdaroğlu genel başkan oldu partiye akın var akın diye haberler yaptık günlerce.. Ama o akından ortada bişey yok. Ne oldu yeni kayıt yaptıranlar; hiçbiri ortada yok!
Refaranduma az bir süre kaldı. Ondan sonra genel seçimler var. CHP Çanakkale'de bu örgütle seçime giderse inanın hali hazırdan başka birşey çıkmaz ortaya. Kazara birinci parti olursa iki milletvekili çıkarır, hepsi o kadar.

Festivaller oldu bitti, paralar da gitti..

Bu festivaller ne işe yarar diye sorsak herkesden bir fıkir çıkar mı çıkmaz mı? Çıkar.. Ne deriz peki; ya eğlendik baya mı!.. Ya da şehrimizin, ilçemizin, beldemizin tanıtımı oldu mu?
Bakın 47'ncisi düzenlenen Troia festivali oldu bitti. Işın Karaca konseri dışında fazla da ilgi falan görmedi. İşte dışardan gelen halk dansları toplulukları da mahallelerde oynadı zıpladı!.. Alsana festival. Kaç para harcandı? 300 bin lira.. Bunu Başkan Gökhan açıkladı.
Peki bu paraya bu festival ne kadar zevk verdi?
Sadece Çanakkale değil ki; Gelibolu, Lapseki, Ecabat, Küçükuyu, Gökçeada.. Say saya bildiğin kadar.
Toplam harcanan para sizce ne kadardır?
Halkdansları na malk danslarına bişey demem. Onlar karın tokluğuna oynamaya geliyor. Esas parayı götüren sanatçı kardeşler..
En şaşalısı sanırım Geyikli oldu. Başkan Mustafa Çiçek çoşturdu milleti..
Ya bu sıçaklardan benim beynim döndü.. Ya da bu festival işi biraz abuklaştı gibi geliyor bana.. Format hep aynı. Bütün festivallerde. Ya o sanatcılara o kadar para vermek zorunda mıyız? Ya da illa şarkıcı türkücü getirmek zorunda mıyız?
Bilemiyorum. Ben gazete çıkarıyorum. Bu gazeteyi de belediyelere postayla gönderiyorum. İnanın yarıdan fazlası faturayı geri gönderdi. Paraları yokmuş! Diyorum ki, haberlerinizi yapalım. Beldedinizi tanıtalım. Yok. Akıl edipde bir tane basın bürosu dahi kurmayan belediye var. Kardeş sen nasıl kendini tanıtacan! Allahın adamı!
Ondan sonra geçen Karabiga Belediye Başkanı çıkmış; tarih kokan beldesini kimse tanıtmıyor diye yakınıyor. Abe kardeşim sen bir yıl boyunca okuduğun gazetenin parasını dahi vermezsen, faturayı yüzümüze çarpar gibi geri gönderirsen kim tanır seni! Milyarlarca lira para verip türkücü getirsen ne olur ki! Bir gece o türkücüyle yemek yersin belki. Vatandaş da türkü dinler..
Bu kafalarla siz anca türkücü popcu tanırsınız arkadaşlar.. Bizi tanımanıza gerek yok! Selam dahi vermeyin.. 


11 Ağustos 2010 Çarşamba

a - salaklar diyarına döndük...

Nüfusuna oranla en çok salak ve asalak barındıran il hangisidir diye bir araştırma yapılmadı. İşte bi rahmetli Aziz Nesin'in sözü var o kadar. Geçen de yazmıştım; İstikbal Mobilya'nın patronu Kayserili Mustafa Baydok gelmiş, ÇTSO'da bizi göklere çıkarmıştı. Ve bizde inanmış, ulan neymişiz beya diye diye bir hal olmuştuk. Konuyla ilgili çok derin düşünceler üretmiş, gazete sayfalarında tartışmıştık. Şimdi bu hafta yine bir Kayserili geldi.. Vaziyet gene aynı. 'Çanakkale ekonomisi, Türkiye'ye oranla çok çok iyi' dedi Rifat bey. Sağolsun bizi mutlu etmek için elinden geleni yaptı. Ticaret ve Sanayi Odaları ve Borsaları üyelerinin aidatlarıyla yürüyen kervanı Çanakkale'yi onurlandırdı. Aidatlarını ödeyerek odaya üyelik vazifelerini yerine getiren mükellefler tarafından alkışlandı. Onur konuğu oldu. Onun burada bulunması vergi sıralamasında üst sıraları paylaşanlara büyük bir haz mı verdi; ne oldu bilmiyorum. Ama bildiğim birşey var. Kristal plaketler üzerinde isimleri yazan çoğu mükellef ve firma şuan batık durumda. Ki onlar oraya dahi gitmedi. Sıralamaya girmiş, vergisini ise ödeyememiş ve de her geçen gün yediği faizlerle borçları ikiye üçe katlanmış mükelleflerin adlarına düzenlenmiş kristal plaketleri görünce içim bir tuhaf oldu. Adeta parlak mezar taşları gibi geldi o plaketler bana...

Onun için başlığa a - salaklar diyarına döndük dedim. Bu cümlenin iki anlamı var yanlız. Birincisi 'asalaklık', ikincisi ise 'salaklık'.. Birbirini destekleyen şeyler bunlar. Asalakları bilirsiniz. Her yerde mevcutturlar. Ekşi sözlükte onları on madde de tarif edeler; Salak olmayan zeki.. çevrenizde bulunan ve karşınıza sık sık çıkabilecek bir insan türü. sizdeki herşeyi paylaşmaya hazırdır. Ama siz onun hiçbirşeyini paylaşmaz, zira, kendisi gibilere karşı hiçbirşey sahibi değildir. Enteresan bir yaşam formu.
aslında asalaklar birazcık akıllı olsa veya kaynakların etkin kullanımı hakkında öğretiler ile donatılabilse, "süper bir yaşam formu"na dönüşebilirler.
Oysa ki asalak, üzerinde yaşadığı formu sonuna kadar sömürerek, aslında kendi sonunu hazırlar... Yiyip bitirdiği kendisidir.
not: bu tanımın "modern insan"a benzerliği bütünüyle rastlantıdır
..
Evet ekşi sözlükte bu ve buna benzer tanımlarla anlatılır asalaklık. Üretmeyen, devletin milletin üzerinde yaşamlarını sürdürenler tabiki salak değildir. Onlara asalak denir. Salaklar ise asalaklara yaşam hakkı veren bizlere denir. Her alanda, her kurumda, her an ve her durumda sırtımızda taşırız onları. Bazen gazeteci olurlar, bazen din uleması. Bazen patron olurlar, bazen bilmem ne başkanı. Say sayabildiğin kadar.




TEDAŞ'ı Limak'a gelin eder gibi hazırlıyorlar..

Bu yıl içinde özelleştirilmesi yapılan Uludağ Elektirik AŞ, ay sonunda ihaleyi kazanan Limak'a devredilecek. Şu Fenerbahçe yönetiminden tanıdığımız Nihat Özdemir'in firmasına. Burada çalışan yüzlerce insan büyük bir tedirginlik içinde. Kimin ne olacağı belli değil. Emekliliği gelenler masalarını toplamış durumda. Ama öbür tarafta buranın müdürü Volkan beyde başka bir telaş! Sanki büyük bir rahatlık içine girmiş. Lojmanlara boya badana, çevre düzeni. Sulamalar, çocuk parkları. Hepsi devletin çebinden. Limak'a kız veriyor sanırsınız! Bilmiyorum tuhafıma gidiyor. Volkan beyi yine müdür olarak göreceğiz herhalde. Başka birşey aklıma gelmiyor..


-----------
Çanakkale'de mafyalaşmak isteyenler var

Çan'da geçen bir saldırı oldu. Faillere baktık ikisi daha 18 yaşın altı. Yani çocuk bunlar. Birileri vermiş ellerine silahı sıktırıyor. Güneydoğunun taş atanları gibi. Ondan sonra, bu cahil katiller sayesinde mafya olacaklar! Yazık...


12 eylülde mezarlıklara da sandık koyulacakmış!..

12 Eylülde asılanlara ağlayan Başbakanımız ve ahalisinin ardından, Fethullan Gülen de ABD'de konuştu. Mümkünse mezarlarda yatanlar da kalkıp 'evet' oyu kullanmalı dedi. Bunu duyunca benim aklıma şu geldi. Hani sınır kapılarına koyduğumuz sandıklardan, mezarlıklara da koysak! Acaba iyi saatte olsunlar falan da oy kullanamaz mı ki!.. Hoş bizim mezarlıkta da sosyal demokratlar çoğunluktadır ama. Çanakkale için pek iyi fikir değil galiba!..

20 Temmuz 2010 Salı

Taraf olmayan bertaraf olur!

Bu cümleyi uzun yıllar Kamuoyu Gazetesinin logosunda okumuşsunuzdur. İlke olarak hep taraf olmuş ve tarafımızı da açıkca ilan etmişizdir. Benim karakterimde tarafsız olmayı kaldıran bir yapı taşımaz. Ne düşünüyorsak, ne görüyorsak açıkca ortaya koyarız. Çanakkale'nin tarafında olduğumuzu, bazı güç odaklarıyla pek yakın ilişki kurmadığımızı takip eden okuyucularımız iyi bilir. Bu bize para kazandırmaz, ama saygınlık anlamında çok şey kazanmışızdır. Artık tek geçer akçe olan paranın güçünü elbette biliriz, ama parayla saygınlık satın alınmayacağını daha iyi biliriz.
Şimdi durup dururken bu konuya niye girdim onu da söyleyeyim. Herkesin ağzında Çanakkale'de çok gazete olduğu ve bu durumdan çoğu kişinin rahatsızlık duyduğu söylenir durur. 'Birisine reklam versen diğeri de istiyor canım' gibisinden yakınmaları çok duyarız. Ama bu yakınmayı yapan kişi şunu düşünmez; Çanakkale'de gazete reklam fiyatları belediyenin suyundan daha ucuzdur. Sektörde bir tekel meydana gelse, vereceğiniz bir aylık reklam parası bile şuanda bütün gazetelere verdiğiniz rakamı bulacaktır. İşte bunu kimse düşünmez. Bizim zavallı arkadaşlar ' ne verirsen ver abi' dedikçe üç kuruşa reklam yayınlatan sözde gazete severlerin de bi yerleri kalkar!
Kimsenin gözünün üstünde kaşın var diye bile eleştirmediği barışın kentinin belediye ise bu konuda parmağını bile kıpırdatmaz. Sayın Başkan yolda izde görürse, 'eee napıyon bakam?' der geçer. Memlekette bir çoğumuz tatlı su gazeteciliği yaptığımız için, ancak seçimden seçime ciddiye alınırız. "Aman ha batma. Dayan sen bize lazımsın"der sırtımızı sıvazlarlar. O günlerde hüngür hüngür ağlayanlar üç dört yıl selam bile vermez.
Evet, taraf tutan bir gazete olarak ve de gazete sahibi olarak battığımızı buradan açıkca ilan ediyorum. Onurlu bir gazetecilik yaptığım içinde öfkem yükseliyor. Nasıl cinnet  geçiren insanlar nasıl varsa; yakında cinnet geciren gazete de görebilirsiniz. Sayın başkanlar ve de hep öyle kalacağını sananlar! Tarafsız abiler!
Tabiki gazeteler olmadan da siz bu memleketi yönetebilir siniz. Hatta kendinize göre daha da iyi yönetirsiniz. Ama napalım, bizde onurlu birer basın emekçisi olarak burada yaşamak zorundayız.
Saygılarımla. 

İnşaat sektörü göz dolduruyor

Onlar çoğunlukla şehir dışında olduğu için fazla görmüyorsunuz. Çan yolu girişinde siloları yükselen hazır beton ve demir tesisleri, Çanakkale'de yüzlerce işçi çalıştıran müesseseler. Emek yoğun işgücünün yanısıra artık teknolojiyle de tanışan bu işletmelerden birisi olan Çetinkaya Beton'un piyasaya sürdüğü hazır sıva yeni bir ürün. Ve bu ürün piyasada bir ilk olacak. İnşaat kalitesinin olmazsa olmazı hazır betondan sonra, hazır sıva. Diğer firmalara da örnek olacak bu yeni ürünün kaliteyi ve hızı biraz daha yükseltmesi kaçınılmaz. Plastformun üç dört yıl önce başlattığı ve binaların dış görünümleriyle ilgimizi çeken yenilik nasıl tüm piyasa tarafından örnek alındıysa, hazır sıva gibi bir ürün de diğer firmalar tarafından hayata geçirilecektir.



Temmuz sıcağında Evet-Hayır yarışması!

Rahmetli Cenk Koray sunduğu pazar proğramlarının içindeydi. Pazar günleri; evet ve hayır demeden üç dakika dayanabilirseniz yarışmayı kazanırdınız. En çok güldüğümüz yarışmalardan birisiydi. Ne garip yıllar sonra bir pazar günü, hem de 12 eylül günü yine soruyorlar evet mi, hayır mı! Here iki cevabın da kazananı ve kaybedeni başka olacak. Ben Çanakkale'ye herhangi bir liderin geleceğini sanmıyorum. Şuanki tahminim yüz bine yakın evet, geri kalanı da hayır çıkar diye düşünüyorum. Çok çok zorlarsak bu rakamın 120 bini ancak bulacağı kanısındayım. Onun için de bu sıcakta, bu konuya fazla kafa bile yormayacağım. 2007 genel seçim sonuçları önümde duruyor. Yüzde 35 kusür oyla 106 bin oy almış AK Parti. Bu oyun tamamını 'evet' olarak sandığa yansıtırsa başarılı bir sonuç almış olur. Öbür tarafta CHP'de bu konuda baya asılacak gibi duruyor. Bizim Aykut şimdiden sırtında 'hayır' yazan tişörtüyle gezmeye başladı bile. 10 tane yaptırmış, kirlendikçe değiştirecek herhalde. Serdar Soydan ve ekibi ne zaman harekete geçer bilmiyorum. Ülgür Gökhan Başkan ise bu işe fazla bulaşmaz diye düşünüyorum. Çünkü Çevre Bakanlığından büyük bir ödenek peşinde koşturuyor bildiğim kadarıyla. Çanakkale'nin arıtma sorununu çözmeden belediye başkanlığına veda etmeyeceğine dair söz vermedi ama, bu nu da başarmak istiyor. Allah yardımcısı olsun. Zor bu işler.





9 Temmuz 2010 Cuma

Çanakkale siyasetini sancılı günler bekliyor..


Bu hafta İl Genel Meclisinde ortaya çıkan tablo, iyice kısırlaşmış olan Çanakkale siyasetini hareketlendirmeye yetti.
Başta bu konuya biraz değinelim.
AKP / MHP ortaklığı küçük bir demeçle son buldu.
Neydi o demeç ve kim verdi? MHP İl Başkanı Rıdvan Uz.
Ne dedi; GESTAŞ'ın adı değişsin DANİŞ AŞ olsun.
Neden böyle dedi? Yeni gelen gemiye alınan personelde siyaset güdüldüğünü öne sürdüğü için.
Ondan sonra ne oldu. MHP Grup Başkanı H. Rüştü Akgün AKP'ye sallamaya başladı.
Öküz öldü, ortaklık bitti!
Peki iki partinin ortaklığı döneminde ne oldu? Kimler karlı çıktı?
Bir Hasan Hüseyin Aytop meclis başkanı oldu.
İki Halil Rüştü Akgün GESTAŞ yönetim kurulu üyesi oldu.
Komisyonlar ve encümende iki parti yer aldı. Böylece bir buçuk yıl geçti.
Geçen bir buçuk yılda ne yaptılar?
Bol bol dış gezi. Başka iç gezi..
Başka köy hayırları..
Başka üç kuruş parayı da dağıttılar oraya buraya.
Yani anlayacağınız olan biten bu.

Şimdi gelelim Çanakkale siyasetinde önümüzdeki dönemin sorularına.
Bu sorular gelecek dönemin kilit soruları. Sancıların da merkezleri..
AKP'de birinci sıra milletvekili kim olacak?
Biliyorsunuz, gizli kutuya atılan oylar Ankara'da sayılır. Ne gören olur ne okuyan.
Onun için bu soruya verilecek en basit cevap Mehmet Daniş olur.
CHP'de ön seçim olur mu? Olursa kimler soralamaya girer?
Ön seçim yüzde yüz olur. Sıralamaya kimler girer bilemem.
Ama şu isimler ilk dörtte yer alır: Ahmet Küçük, Ali Sarıbaş, İsmail Özay, Serdar Soydan, Şükrü Kemerli. (Alfabetik sıraya göre dizdim. Kimse yanlış anlamasın!)
Peki MHP'de ilk sıra kim olur? Mustafa Kemal Cengiz'in dışında herkes olabilir bence.

İşte bütün mücadele yukarda saydığımız üç parti ve bu üç partinin çıkaracağı dört isim için.
Diyeceksiniz ki bu işin sancısı suncusu nerde?
Sancısı şurda, bu dört isim için dört yüz kişi mücadele verecek de ondan.
Bu mücadele de öyle böyle bir mücadele olmayacak.
Şimdiden de başladı zaten.
Sonra yine yazarız nasıl olsa. Acelemiz yok. Şimdi önümüzde referendum var ne de olsa.





Bu hafta alkışı hakedenler..

Ben de farkındayım, uzun süredir olumlu bir yazı yazmadığımın. Hatta internet üzerinden bu konuda çok da tepki alıyorum. Bardağın boş tarafıyla fazla meşğul olduğumu söyleyen çok. İşte onun için bu hafta stilde bir değişiklik yaparak olumlu şeyleri görmenize yardımcı olayım dedim. Çanakkale'de güzel işler yapan ve gerçekten alkışı hakeden arkadaşlarımızı yazmak istiyorum.
Başta GESTAŞ Genel Müdürü Hasan Yürükçü'yü kutluyorum. Beş yıl Dünya gazetesi temsilciliği yaptığım için 'altın çıpa' ödülünün ne anlam ifade ettiğini iyi bilirim. Öyle kolay kolay alınıp verilen bir ödül değildir. Denizcilik camiasında anlamı son derece büyüktür. Kendine özgü kural ve kaideleri olan bu sektörde o ödülü haketmeyen kimse kürsüye çıkamaz. Tekrar tebrikler Sayın Yürükçü. Ekibinle ve yönetim kurulunla daha güzel işler yapacağına eminim ve bu ödül var olan çalışma azmini daha da artıracaktır. Seninle gurur duyduğumuzu ve her zaman destek olmaya hazır olduğumuzu bilmeni isterim.
Püf noktası: Bekar. Mesai kavramı yok.

Rektör Ali Akdemir bir dönem daha kalmalı. Evet, bunu inanarak söylüyorum. Geçen hafta kendisiyle bir söyleşi yaptık. Açık açık konuştuk. Üniversitenin nereden nereye geldiğinin farkındayım. Ramazan Aydın'ın sağlıklı bir seçim yaptığını şimdi daha iyi görüyorum. Ali Hoca üniversitenin altyapı sorunlarını büyük ölçüde aşmış durumda. Kurumsal anlamda eksiklikler yok denecek seviyeye doğru ilerliyor. Üniversite yurtdışıyla sağlıklı ilişkiler kurmuş ve bu daha da gelişiyor. Tıp fakültesi keza gelişimini hızla sürdürüyor. Bunun için dört yıllık bir görev süresi bence yeterli değil. ÇOMÜ önüne koyduğu hedeflere bu kadroyla bir dönem daha ilerlemeli.
Püf noktası: Bekar. Mesai kavramı yok.

İsmail Emek. Bu ismi çoğu insan bilmez. Ama Çanakkale için olduğu kadar, Türkiye için de önemli bir şahsiyettir. Kooparatifçiliğin gelişmesinde ve bugün geldiği noktada İsmail Emek ismi önemli bir yer tutar. Damızlık Sığır Yetiştiricileri Birliği Başkanlığı yanında Biga Köy- Koop Başkanlığını da yürütüyor. Tarım ve hayvancılık sektöründe söz sahibi olabilmeyi başarmış ve sözünü herkese dinletebilen bir insan. Tarım bakanına kafa tutabilen ender insanlardan birisi İsmail Emek. Onun için sizlerle paylaşmak istedim Çünkü kendisinden çok şey öğreniyorum. Ufkumu açan bir insan.
Püf noktası: Ne zaman nerede olduğu bilinmez. Mesai kavramı yok. Biraz eski toprak olduğu için evlenmeye fırsat bulmuş..

Çanakkale Belediyesi'nin görünmez kahramanı Handan Özyayla. İsmail Özay döneminde yetişmiş bir personel. Belediye Başkan Yardımcılığı görevine geldikten sonra en önemli projelerde onun imzasını görüyoruz. Belediyenin en önemli birimleri ona bağlı. Şuanda Ülgür Gökhan'ın hem sağ kolu hem de beyni durumunda. Disiplinli çalışmasını, insanlara saygılı ve seviyeli davranışlarıyla harmanlamayı başarabilen bir insan. Gece gündüz demeden işçileriyle bir araya gelebilen bir kişilik.
Püf noktası: Bekar. Mesai kavramı yok.

1 Temmuz 2010 Perşembe

Kayserili sizi nasıl gaza getirdi?

Kayserili geldi bir konuştu, pir konuştu!
Paralarınız banka kasalarına sığmıyor; taşıyor taşıyorrrr..
Çanakkale ili Kayseri aynı gelişmişlik ölcüsüne sahip haberiniz yokkk...
Siz almış başınızı gidiyorsunuzzzzz..
Sizi kimse tutamazzzz..
Siz büyüksünüz...
Siz yücesiniz..

Mustafa Baydok bu, Kayseri Sanayi Odası Başkanı..
Dikkat edin içinde 'ticaret' yok odanın..
Sanayici bu sanayici..

Davet etmişsiniz geldi. Gelirken de ben bu arkadaşlara ne söylerim, nasıl gönülleri alırım; hatta nasıl gaza getiririm de uzun süre beni unutamazlar diye baya çalışıp geldi.
Amacına da ulaştı. Adam yarım saat konuştu gitti. Biz on gündür bu adam ne dedi diye onu konuşuyoruz. Banka kasaları dolu mu boş mu diye konuşuyoruz. ÇASİAD Başkanı Hüseyin Yalman, 'babalar kazanıyor, oğulları boğazda tenke sefası yapıyor' diyor. Hayda, Hüseyin Bey etme eyleme. İki tane oğlun var. Maşallah. İkiside çalışıyor işte.
Öte yandan Müteahitler Birliği Başkanı Hayrettin Çetinkaya, birlikte iş yapma kültürümüz yok diyor. Güçbirliği oluşturamıyoruz diyor. Çanakkale büyük, herkese yeter ama hazımsızlık çekiyoruz diyor. Dediklerinin hepsi doğru. Çanakkale yüzölcümü bakımından baya büyük! Burda güçbirliği oluşmuyor; ancak asgeri müştereklerde menfaat birliği oluşabiliyor o da doğru. Hazımsızlık konusuna gelince; o zaten başlı başına bir problem. Çetinkaya bunu en iyi hisseden ve yaşayanlardan birisi çünkü, biliyor.

Evet, Kayserili geldi, konuştu, gitti. Bize de sofrayı toplamak düştü. Şimdi şunu açıkça ortaya koyalım.
Bir: Çanakkale'de sanayi var mı?
Var. İÇDAŞ, AKÇANSA, KALEBODUR..
Bu üç firmanın yıllık ihracaatı bir milyar dolar kusur. Bunun da 900 milyon doları İÇDAŞ'ın. Akçansa 60 milyon dolar, Kale gurubu da 40 milyon dolar ihracaat yapıyor. Geriye kalan tüm işletmelerin toplam rakamı ise 5 milyon doları ya buluyor ya da bulmuyor.
Yani neymiş; Çanakkale öyle sanayi şehri falan değil. Bir büyük firmanin rakamları bizi uçuruyor. Bunu Belediye Başkanızı Ülgür Gökhan bile anladı. Ne dedi; İÇDAŞ Çanakkale'nin alın teri.. Doğrudur. Orada binlerce gencimizin alın teri akıyor.

Başa dönersek ve aklımız tekrar başımıza gelirse unutmamamız gereken şu; Çanakkale turizm ve üniversite ile birlikte tarıma dayalı sanayi konusunda elverişle bir coğrafya. Bu arada madencilik de gelecek vaadediyor. Hepsi o kadar.
Siz Kayserili Baydok'un gazına gelipte, çocuklarımızı hazır yiyici, arkadaşlarımızı da hazımsız diye eleştirmeyin boşuna. Bu memlekette bu kadar olur.
Dostlukta, arkadaşlıkta, sanayicilikte, oda da, borsada, dernekcilikte.
Kimse kendini üzmesin!

26 Haziran 2010 Cumartesi

Ufka açılan bir 'Pencere' kapandı.

Adı Cumhuriyet ile ve de Cumhuriyet Gazetesiyle özdeşleşen İlhan Selçuk yaşama veda etti. 85 yıllık ömrünü ulu bir çınar gibi yazılarıyla süsleyen İlhan Selçuk'un önünde saygıyla eğliyoruz.
1925′te, Aydın’da doğan İlhan Selçuk, subay bir babanın çocuğu olarak ailesiyle karış karış Anadolu’yu gezdi. 1950′de İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni bitiren İlhan Selçuk, avukatlık, matbaacılık, dergi ve gazetelerde yazı işleri müdürlüğü gibi birçok iş yaptı. Avukatluk eğitimi almasına rağmen, İlhan Selçuk’un yazı tutkusu daha ağır bastı. İlk yazılarına 1952 yılında ağabeyi Turhan Selçuk’la birlikte çıkardığı “41,5″ adlı mizah dergisinde başladı. Ardından muhalif yaklaşımı ile ses getiren Dolmuş dergisi geldi.
Askerlikten sonra, Akşam Gazetesi’nde yazmaya başladı, ardından Vatan Gazetesi’ne geçti. 1963 yılında, tanınmaya başladığı dönemde, Nadir Nadi’nin teklifini kabul etti ve ismiyle özdeşleşecek Cumhuriyet Gazetesi’ne yazar oldu. Aynı dönemde Yön Dergisi’nde de yazıları yayınlanıyordu. Yön dergisinin kapatılmasının ardından İlhan Selçuk yazılarına Devrim Dergisi’nde devam etti. İlhan Selçuk yazılarında Cumhuriyet devriminin savunuculuğunu yapıyor, çok partili rejime karşı tereddütlü bir yaklaşım sergiliyordu.
12 Mart 1971′de askerlerin verdiği muhtıra sonrası İlhan Selçuk, asker-aydın ittifakından oluşan ve Türkiye’de rejimi değiştirmek amacıyla kurulan başka bir örgütlenme içinde olduğu gerekçesiyle gözaltına alındı.
İlhan Selçuk, sol hareketin simge isimleri İlhami Soysal ve Doğan Avcıoğlu’nun da tutulduğu dönemin sorgu merkezi Ziverbey Köşküne götürüldü.
Ziverbey Köşkü’nde işkence gören İlhan Selçuk, ifadesinde akrostiş yöntemiyle işkence altında olduğunu yazdı. Mahkemedeki savunmasında akrostiş yöntemini açıkladı, ifadesinin işkence altında alındığını kanıtladı ve beraat etti.
Selçuk daha sonra, Ziverbey Köşkü adında bir kitap yazarak, yaşadığı işkenceyi şöyle anlattı:
“Gözlerim bağlı olduğundan hiçbir şey görmüyordum. Ayak bileklerime bir alet geçirilmişti. Bir manivelanın ya da vidanın sıkıştırıldığını duyumsuyordum. Öyle bir an geldi ki, bacaklarımı kıpırdatamaz oldum. Bir yağ mı sıvı mı sürüyorlardı tabanlarıma sonra sopa inip kalkmaya başladı. Kendimi acıya katlanabilir sanırdım. Ancak falakanın verdiği acı hiçbir acıyla kıyaslanamaz. Taa kemiklerine işleyen bir acı duyuyor insan. Başlangıçta bağırmamak için kendimi tutuyor, dişlerimi sıkıyordum. Ama sonra kendimi bıraktım; çünkü ne kadar çabalarsan çabala sesine gem vuramıyorsun. Önce hırıltı başlıyor, ardından feryada dönüşüyor, Olayın bir de ruhsal yanı var ki, bedensel acının üstüne biniyor. Kendini aşağılanmış olarak görüyorsun.”
12 Eylül darbesini ise gözaltına alınmadan atlattı. Ancak yazıları yüzünden hakkında birçok dava açıldı. Davalar gazetecilik yaşamının bir parçası haline geldi.
Ergenekon soruşturmasında gözaltına alındı
İlhan Selçuk, 21 Mart 2008 günü saat sabah 04:30 sıralarında Ergenekon davası operasyonları kapsamında, gözaltına alındı. Selçuk’la birlikte gözaltına alınanlar arasında İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek, eski İstanbul Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Kemal Alemdaroğlu, Ulusal Kanal Genel Yayın Yönetmeni Ferit İlsever, Aydınlık Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Serhat Bolluk ve gazeteci Adnan Akfırat da bulunmaktaydı.
Kalp krizi geçirdi
İlhan Selçuk, 22 Mart’ı 23 Mart 2008′e bağlayan gece, yurtdışına çıkışına yasak konarak saat 01:30 sularında serbest bırakıldı. Usta yazar, serbest kaldıktan bir hafta sonra kalp krizi geçirdi.
Rahatsızlığı sebebiyle ameliyat olan Selçuk’un, ameliyattan sonra sağlık durumu tam olarak düzelmedi. 2009 yılının ağustos ayında tekrar hastaneye kaldırıldı. Kısmi felç teşhisi konulan Selçuk, yoğun bakım ünitesine alındı.
İlhan Selçuk’un hastanede tedavi gördüğü 11 Mart 2010 tarihinde ağabeyi Turhan Selçuk vefat etti. Sağlık durumu giderek kötüye giden İlhan Selçuk’tan ağabeyinin ölümü saklandı.
Ünlü yazar, 21 Haziran’da öğle saatlerinde yaşamını yitirdi

Yaşama tutunmak ve yaşamak!

Ardı ardına şehit haberleri geliyor. Yaşamının baharındaki evlatlarımız can veriyor. Herkes ağlıyor. Bu ülkeyi yönetenler ise bağırıyor. Yönetenlere muhalefet edenler de bağırıyor. Ağlayan herkes, bağıranların sesini duyuyor. Bağıranlardan birisi, ağlayanları göstermeyin, hainler seviniyor diyor. Kendi ülkesinde, kendi toprağında; mehmetçiğe güvenenler, çömelip terörü nasıl hallederiz diye ufka bakıyor!
Amerikanın istihbaratını bekliyor. Heronların görüşüne güveniyor. Amma dönüp içeride ağlayanlara bakmıyor. Yaşama tutunmaya çalışan bir ülke artık Türkiye. Aç, işsiz, gazi, şehit bir toplum var artık bu coğrafyada. Yüzyıllarca savaşmış Türk insanı, yine kan kusuyor. Vatan sağolsun diyebiliyor.
Düşünen beyinler, gören gözler için yaşama tutunmak ve yaşamak zor ülkemizde. Uzun uzun bunları yazmayacam şimdi. Çanakkale'deyiz. Dünya harikası bir toprak parcası üzerinde yaşıyoruz. Birbirimiz tanıyoruz. Birbirimizi seviyoruz. Kin, öfke yok bu coğrafyada. Ama Türkiye'ye bakarak üzülüyoruz bizde. Ülkemiz insanın yaşadığı acılar büyüyor..
Öte yandan Türkiye'nin aydınları gidiyor bir bir.. İşte bir Pencere daha kapandı. Yerine gelir mi bir İlhan Selcuk daha diye düşünüyoruz. Nerede yetişir ilhan Selçuklla? Nerede çoğalır? Nasıl çoğalır? Bunları düşünüyoruz; üzülüyoruz. Sancılı bir dönüşüm yaşayan ülkemizde giderek azalıyoruz.